3 Mart 2010 Çarşamba

Progressive Rock (Müzik)




Popun son çıkan albümlerini zaten hepimiz öyle ya da böyle bir yerlerden duyduğumuz için gerçek müziğin asla güncelliğini yitirmeyen hatta her dinleyişte, her dinleyicide yeni bir tat bırakmasıyla sürekli kendini üreten bir sanat dalı olması niteliğini de baz alarak bu sayfalarda güncellik kaygısı gütmeden müzik dalları, gruplar ve sanatçılar, hatta daha spesifik olarak albümler hakkında yazacağım.

Klasikleşmiş dize-nakarat-solo tipi rock yapılarının dışına minimal müzik anlayışıyla çıkmak için çabalayan alternatif bir akım olarak progressive rock da bu özellikleriyle gayet uygun bir konu. İlerleyen sayılarda da bu yazıda ne yazık ki sadece isimlerini anabildiğim grupları tek tek masaya yatırmayı umuyorum.

Bilindiği üzere 60’ların sonlarına doğru caz bop devrinin ardından fusion’a geçiş yaparken rock müzikte de farklı tatlar arayan sanatçıların ortaya çıkarttığı sesler, yeni bir tür olarak progressive rock’un habercisiydi aslında. Bu yıllarda The Beatles veya The Who gibi grupların da deneysel çalışmaları vardı elbette; fakat türün belkemiğini oluşturacak Pink Floyd, Genesis, Jethro Tull, King Crimson gibi gruplar yeni yeni şekilleniyor ve beraberlerinde kendi arayışlarını da getiriyorlardı.

İngiltere’nin kasvetli havasından mıdır bilinmez, birbirlerinin çalışmalarını yakından takip eden pek çok grup Ada sahnelerinden çıktı. Bu oluşumların bazıları bünyesine caz tınılarını katmakta diretirken kimileri de folklorik müziğe yöneliyor, fakat kullandıkları yan enstrümanların çeşitliliğine rağmen neredeyse hiçbiri, bateri-gitar-bas-klavye dörtlüsünden vazgeçmiyordu. Flüt, saksafon, keman gibi aletleri rock müziğine yedirmedeki becerileriyse elbette bütün müzikseverleri büyülüyordu.

Deneyselliklerini ritim alanına da taşıyan sanatçılar belki de bu geleneği cazdan devralarak bir adım ileri taşıyor, eserlerine klasik 4/4’lük ölçünün yanına 5/4’lük, 7/8lik, 9/8lik gibi ritimleri katmaktan çekinmiyorlardı. Melodi alanında rock/blues müziğin temelini oluşturan pentatonik gamdan, klasikleşmiş akor dizilimlerinden uzak durarak kompleks modal yapılara, yerel tınılara yöneliyor; hatta King Crimson, Van der Graaf Generator gibi en cüretkar olanları tamamen rahatsız edici, ton dışı seslere başvuruyordu.

Sonuç, herkesi şaşırtan bir şeydi; aslına bakarsanız tüm bu çılgınlığın sonu gelmiyordu. İlk albümlerinde istedikleri kitleye ulaşamayan sanatçılar pes etmiyor, ancak çabaları duvara birer taş daha koymaya devam ediyordu. Yollarına orkestral bestelerle devam edenlerin yanında konsept albümlere ve daha önce duyulmamış cesurlukta sözlere imza atanlar, ‘68 atmosferinin şekillendirdiği, dönemi tanımlayan önemli bir unsurdu artık. Üstelik müzikleri dışında sahne şovlarında da egzotik kostümleri giyip görülmemiş dekorları zekice kullanarak deneysel öğelere önem vermeleri; Pink Floyd gibi kimilerinin seyirciyle arasına bir duvar kurup konserin sonunda bunu yıkması, ELP’nin oradan oraya piyano uçurması ve bunun gibi onlarca detay dönemin özgür ruhunu yakalamış genç kitlenin ağzını açık bırakıyordu.

70’lerin ortalarında grupların bazıları dağılmışken diğerleri olgun dönemlerine ulaşmışlardı; King Crimson ise kadrosunu durmadan değiştirip yeni sesler arayanlardandı. Artık hepsi en yetkin eserlerini verirken progressive rock İtalya’ya (Banco del Mutuo Soccorso, Premiata Forneria Marconi), Almanya’ya (Eloy) Kanada’ya (Rush) hatta Gürcistan’a (Dixie Dregs, açık konuşayım; hiç dinlemedim.) yayılmıştı.

80’lere geldiğimizdeyse kardeşlik bozulmuştu, zaten durmadan arayış halinde olan insanların aynı noktada kalmaları da beklenemezdi. Yes, Genesis, Camel gibi gruplar bile New Wave hatta disko elementlerine başvururken Styx ve Journey gibi daha yeni gruplar türün kaymağını listelerin zirvesinde kalarak yiyordu. Belki de “Domo Arigato” diyerek de kendi tarzlarında şükranlarını sunuyorlardı, kim bilir…

Günümüzde progressive rock onlarca alt dala bölünmüş durumda, yeni albümler genellikle metal ya da pop türlerinden geliyor; o dönemleri yaşayamamış bizlerse asla bitmeyecek bu süreçte durmadan yeni bir şeyler keşfediyoruz.

Miles Davis’in, Dizzy Gillespie’nin, Monk’un caz için yaptığını belki de bu gruplar rock için gerçekleştirdi. İki türün birbirine en yaklaştığı anlar da zaten bu sanatçıların takındığı progressive rock, fusion, jazz rock gibi avantgarde tavırlardı; nice virtüözün bıraktığı izleri takip- yeri geldiğinde de sanatsal bir hırsla tahrip- eden yeni müzisyenlerse hala orada bir yerde, bulunmayı bekliyor…

0 ses çıkmış:

 

Term Life Insurance Quote