27 Şubat 2010 Cumartesi

Orta Dünya'da Demokratik Açılım (İnceleme)


ORTA DÜNYA'DA DEMOKRATİK AÇILIM


Gittiği yere medeniyeti, üstün uygarlığını götüren Roma İmparatorluğu, doğuda yükselen Pers tehdidini bertaraf ettikten yaklaşık bir yüzyıl sonra da onların mirasçısı Sasaniler ile savaşmak zorundaydı.

“Özgür dünyanın koruyucusu, garantörü” olarak İngiltere-Fransa-(ABD) bloğu bu kez çok daha büyük, dünyanın farklı bölgelerine yayılmış savaşlarla Almanya’yı devre dışı bırakmak için mücadele etti. Tıpkı Persler gibi Alman’lar da yenilip ülkelerine çekildikten sonra –bu kez daha “şeytani” bir gücün yönetiminde- toparlanacak, eskisinden çok daha güçlü bir hale gelecekti…

Ve Orta Dünya, Üçüncü Çağ… Özgür halkların temsilcisi olarak Gondor insanlarının ve Elrond komutasındaki Elfler’in oluşturduğu birlik Sauron’un kuvvetlerini bir kez yenmekle kalmaz, tıpkı tarihteki örnekler gibi sorunun köküne inilmediği için tekrar yükselişe geçen Mordor ordusuyla bir kez daha karşılaşmak zorunda kalır. Ne var ki zafer, bir kez daha şerri alt edecek, iyilerin tarafını tutacaktır…

Peki, gerçekten de parlak şehirleriyle Gondor –İmparatorluğu?- sanıldığı gibi iyiliğin, üstünlüğün temsilcisi midir? Aragorn ile tekrar kral soyuna dönüş yapılması, anlatıldığı gibi ülkeyi bolluğa, özgürlüğe, eşitliğe kavuşturup Birleşmiş Krallık’a (Reunited Kingdom, Arnor ile Gondor) huzur mu getirecektir? İşgüçleri köle emeği gibi sömürülüp insanların yararına kullanılan cüceler hep sessiz; bugüne kadar Gondor’un tarafını tutacak kadar “onurlu” olan Rohan insanları onların boyunduruğunda, onların bir parçası, eyaleti gibi yaşamayı sükunetle karşılayacak denli de uysal kalacak mıdır? Sırf melez olduğu için her zaman hor görülüp dışlanmış Orkların Gondor Krallığı’na bağlı özgür ve eşit vatandaşlar olarak yürümelerine izin verilecek mi, İthilien ve Dol Amroth gibi feodal beylikler her zaman Faramir gibi bilge bir hükümdarın altında altın çağını mı yaşacak?

Hiç sanmıyorum…

At sırtında devrim> Öncelikle Rohan’dan başlayalım, uzun zamandır yarı-göçebe bir yaşam sürdüren beylerle.

Sanayide beklenen atılımı yapmış ve komşularını korkudan titretecek bir kudrete ulaşmış Isengard, Sauron’un çöküşüyle felakete sürüklendiğinde muhtemelen Almanya’ya 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yapıldığı gibi Rohanlılar da bunların fabrika ve üretim araçlarını atlarının sırtına yükleyip ülkelerine götürecek, ardından kendi Sanayi Devrimi’ni başlatacaktır.

Bu noktadan sonra önümüzde birkaç olasılık bulunsa da en mümkün görüneni, hızlı bir değişim geçiren ülkede teknoloji ve geleneğin diyalektik mücadelesinden yeni bir yönetim biçiminin doğması, şehirlere göç edip işçi olarak yerleşen kitlelere inat tarımla uğraşmaya devam eden kırsal yerleşimdeki insanlarınsa merkezi otorite boşluğunu iyi değerlendirip bir isyan başlatmasıdır. Bu noktada süreç ve zamanlama toplumsal koşullardan beslenecektir. Yeni işçi kitlesi bir dönem için yaşam standartlarında yükselme yaşasa da ardından ortaya çıkan sömürü durumundan kurtulmak için onların da bu kırsal harekete destek vermesi olasıdır.

Her durumda Rohan, halkı yeterince refaha kavuşmamışken ülkede aniden gelişen ağır sanayi sektöründen doğan arzı karşılayacak talep bulmakta zorlanacak, dağlardan çıkarttığı madenlerin işlemesine devam etmek için muhtemelen silah sanayine ağırlık verecek ve bu da Orta Dünya’daki dengeleri bir kez daha değiştirecektir.

Beyaz Hisar ve Çöküşü> Öbür taraftan, Beyaz Dağlar’ın güneyinde Gondor ise başka bir mücadele vermek durumundadır. Her ne kadar Mordor güçleri kendisi için bir tehdit gibi görünse de unutulmamalı ki ülkedeki monarşik hükümranlığın sürmesini sağlayan da yine bu tehdittir. Yıllarca vekilharçlar halkı bu gücün yaydığı korku ile baskı altında tutmuş, kendisine mahkum etmiştir; fakat devir değişir, devran döner. Mordor’un yenilgisi ve Aragorn’un tahta geçişiyle otorite bir süreliğine tekrar sağlansa da zamanla ülkede özgürlük, demokrasi için bağıran sesler yükselecektir.

Bilindiği üzere Gondor’da feodalizm güçlü bir akımdır, hatta Aragorn’un kendisi bile başa geçebilmek için bunları desteklemek zorunda kalacak, en basitinden –oldukça dişli bir rakip olabilecek- Faramir’i potansiyel bir taht mücadelesinde devre dışı bırakmak için ona Ithilien Prensliği’ni uygun görecektir. Zamanla bu tip derebeylikleri güçlenecek, belki birkaç nesil sonrasında kontrolden çıkıp krallık için ciddi bir tehdit unsuru hale gelecektir.

Böyle bir ortamda elbette Aragorn’un varislerine yapacak tek bir şey kalır: Yeni bir düşman yaratmak. Zira yalnızca bu şekilde ülkedeki muhalif sesler susturulacak, demir yumruğun baskısı halkın üstünde tekrar yükselecek, üstelik aynı zamanda derebeylerinin desteği sağlanıp savaşın sonunda bunlara karşı girişilecek bir yıldırım harekatıyla devletin otoritesi iyice sağlamlaştırılacaktır. Savaş öncesi dönemde feodal yönetimlere Magna Carta benzeri bir taviz dahi verilebilir, bilindiği üzere bu anlaşma Richard’ın ölümünden sonra, kardeşi Yurtsuz John’un iktidara gelebilmek için soylulara verdiği birtakım haklardan ibarettir. Bunun ardından vaat edilenlerin gerçekleştirilmeyip İngiltere’nin kanlı bir iç savaşa sürüklenmesiyse başka bir ironidir.

İşte tüm bu gelişmelerin sonunda eğer Rohan Sanayi Devrim’ini başarıyla gerçekleştirip ülkesindeki muhalif sesleri bastırabilir, bir nevi Çarlık rejimini sürdürebilir; aynı zamanda Gondor da feodal beyliklerin desteğini arkasına alıp ülkeyi yeni bir seferberlik haline sokabilirse iki ülke, Orta Dünya hakimiyeti için kaçınılmaz bir savaşa girişecektir. Hatta ikisinin de endüstrilerine ağırlık verip kalkınması sonucunda Orta Dünya’nın kaynaklarının yetersiz kalma ihtimali göz önüne alınırsa Gri Limanlar’ın ötesinde, Valar’ın topraklarında bir hammadde yarışı başlayabilir. Böyle bir durumda kitabın sonunda resmedilen umut tablosuysa şüphesiz yerini insanoğlunun açgözlülüğün sonuçlarına bırakacak, bir zamanlar uygarlık ışığını yansıtan şehirlerden bir kez daha dumanlar tütecektir.

Post-savaş ortamı ve demokratik açılımlar> Son tahlilde, böyle bir savaşın aslında kimsenin işine gelmeyeceğinin farkına varan taraflar eğer hala yenişememişse işte o zaman Orta Dünya’da gerçek değişim başlar.

Öncelikle savaşın sonuçlarından dersler çıkaran devletler birtakım önlemler alır, tıpkı Avrupa’da, 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde sosyal güvence kavramı desteklenirken orta ve onun altındaki tüm sınıfların, görünürde tüm istediklerini yapmakta serbest oldukları –sanal- bir demokrasi ortamının getirilmesi gibi Gondor ve Rohan devletleri de ortaya yeni haklar koyacaktır. Köle gibi çalıştırılan cüceler, Ork veya Uruk-Hai gibi melez ırklar- eğer tamamen soykırıma uğramamışlarsa- kendilerini hiç olmadığı kadar ifade etme şansı bulurken Amerikan-vari bir vatandaşlık tanımının yerleştirilmesi de mümkündür. Hatta bu halklar için İsrail gibi tamamen bağımsız ya da en kötü şartlarla özerk bir bölge tahsis edilmesi de olanaklar dahilindedir.

Çözülmesi gereken bir başka sorun ise kuşkusuz Orta Dünya’da dinler problemidir. Silmarillion’da tanrılar arası hiyerarşi veya dünyanın yaratılışı gibi pek çok şey açıklansa da hiçbir halkın belli bir tapınağından, organize bir dininden bahsedilmez Tolkien eserlerinde. Yine de Elfler’in Elbereth gibi simgelere duyduğu spiritüel hayranlık diğer halklara da yansır, Numenorean, Eru için dağlarda birtakım ritüeller eşliğinde bir çeşit vaha hazırlar. Işık imgesiyse tüm halkların kolektif bilincinde derin yer tutar.

Tüm bunların ötesinde bir dinden bahsedebilmek için peygambere ihtiyaç duyduğumuzda bu boşluğu Gandalf, Sauron gibi tanrıların emrindeki Maia’ların doldurduğunu görürüz. Günümüzdeki dinlerin aksine Orta Dünya tanrıları arasında bir çeşit iyilik-kötülük mücadelesi olduğundan bunların tek toplumda eritilmesi de şüphesiz daha zordur.

İşte bu noktada hoşgörü kavramı gerçekten sınanacaktır, Gondor halkından tamamen farklı simgelere inanan Ork’lar, Maya kültüründen etkilenmişe benzeyen Harad’lar gibi insanların inanç özgürlüğü şüphesiz ki tiranlığın demir perdesinin ardında sağlanamaz. Eğer Orta Dünya’da bir devrim, bir isyan olacaksa çıkar ilişkileri dahilinde ezilen halkların arasında bu dışlanmış insanları görmeye de kesin gözüyle bakmak gerekir.

Sonuç> Orta Dünya; İskandinav mitleri, İkinci Dünya Savaşı, Hıristiyanlık gibi sayısız kaynaktan beslenmiş, ayakları yere sağlam basan bir evrendir ve bu niteliğiyle Tolkien herhangi bir politik alegoriyi, olası analojileri reddetse de okuyucular için her türlü yoruma açıktır. Benim karşı çıktığım şey ise kitap boyunca otoriteye duyulan hayranlığın seriye tutkun olanlar tarafından hiç eleştirilmemesi, aksine tüm kitaplarda kana duyulan açlığın ve cenk etmenin erkeksiliğinin yüceltilerek genç zihinlere ağır miktarda militarizm yüklenmesidir. (Bakınız. Liseye kadar asker olup birilerini öldürme hayalleri peşinde koşan Uyuyan Adam)

Unutulmamalıdır ki gerçek hayatta insanlar arasındaki çizgiler bu denli kalın değildir, herhangi bir insanın –Ork’un, Uruk Hai’nin ya da Harad’ın- öldürülmesi her koşulda cinayet kabul edilmelidir; insanlığın tarih boyunca süregelmiş hak mücadelesi ise asla sonlanmayacaktır.


KUTU

Orta Dünya’da Atatürk
Düşünüldüğünde Theoden – Grima – Eomer üçgeninin aslında Vahdeddin – Damat Ferit – Mustafa Kemal üçgeninden çok da farklı olmadığı anlaşılacaktır. Pasif kalmayı tercih eden bir hükümdarın yerine ülkeyi arka plandan yöneten bir hükümet, onunla çatıştıktan sonra sürgüne gönderilen – hakkında idam emri çıkartılan-, vatanı kurtarmak derdinde bir asker... Umarım Eomer başa geçtikten sonra, kendisiyle sürgüne bile gelen silah arkadaşlarını fikir ayrılıkları yüzünden kendi kurdurduğu mahkemelerde ölüm cezasıyla yargılamaya kalkmaz.

0 ses çıkmış:

 

Term Life Insurance Quote