26 Ağustos 2010 Perşembe

6 - 7 Eylül Olayları (İnceleme)

6-7 Eylül olayları
Bir gecede tuzla buz edilir, iş yerleri, vitrinler, evler. Gayrimüslimlere ait ne varsa milliyetçilik adı altında had safhada vandalizme maruz kalır. Bu nedenle bu tarihler Yunanca’ya Σεπτεμβριανά/ Septemvriana, yani Kristal Gece adıyla geçer. Vitrinler parçalanırken nice hayat ve Türkiye tarihi de hasar alır.
6 Eylül 1955 günü saat 13.00’te, devlet radyosu, Selanik’te Atatürk’ün doğduğu eve yapılan bombalı bir saldırı haberini duyurur ve bu haber öğleden sonra İstanbul Ekspres gazetesinin iki ayrı baskısıyla yayılır. İlerleyen saatlerde ise çeşitli öğrenci birlikleri tarafından Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti (KTC) önderliğinde Taksim Meydanında bir miting düzenledikten sonra İstiklal Caddesi’nde bulunan gayrimüslimlere ait işyerlerinin camları taşlanmaya başlar. İstiklal Caddesi bugünkü halinden çok uzaktadır o gün. Bir mahşer yerini andırır.
Olaylar yalnızca İstiklal Caddesi’yle sınırlı değildir. Gayrimüslimlerin yaşadığı daha birçok semtte ellerinde listeleri bulunan saldırgan gruplar gayrimüslimlere ait mülkleri kolaylıkla tespit etmekte, eşya ya da araç gereç ne bulurlarsa zarar vermektedir. Hırsızlığa kalkışanların ise grup başları tarafından sert bir dille uyarılması, grupların hırsızlık yapılmaması yalnızca eşyaya zarar verilmesi yönünde emir almış olduğunu göstermektedir.
Tüm bu olaylar gerçekleşirken güvenlik güçleri suskundur. Şikayette bulunmak üzere komisere giden bir Rum fırıncı şu cevabı alır: “Hiçbir şey yapamam, ben bugün polis değil, Türk’üm.” İtfaiye araçları olay yerine “ulaşamaz.” Ya da ulaşanlar yangını söndürme konusunda “isteksizdir”.
“Olaylardan üç saat evvel, yani dörtte, bize Emniyet Müdürlüğü’nden bir emir geldi. Saat beşten sonra hiçbir polis memuru karakolları terk etmeyecekti. Bu haber üzerine biz 5. Şube olarak hepimiz binamızda kaldık. Saat altıya doğru her taraftan, özellikle Beyoğlu’ndan saldırılarla ilgili haberler geliyordu. Polis şefimiz Kosova’da olduğu için vekiline sorduk. Kendisi ikinci bir emre kadar hiçbir müdahalede bulunmamamızı söyledi. Burnumuzun dibinde adamları ev ve işyerlerini darmadağın ederken görüyorduk ama hiçbir şey yapamıyorduk.”
Dost kara günde belli olur sözünün anlam kazandığı bir gündür o gün. Kimi Müslüman vatandaşlar gayrimüslim komşularını korumak için kendilerini siper etmiş, komşusunun kimliğini belli etmeyip grubu yanıltmayı başarmıştır.
“Evimiz, Beyoğlu’nda Kalyoncu Sokakta’ydı. Şiddet olayları patlak verdiğinde kapıcı Mehmet, anneme ‘Korkmayın, bizim evde saklanabilirsiniz’ dedi. Eline bir Türk bayrağı aldı, dış kapıyı kilitledi ve binanın önünde durdu. İlk saldırganlar geldiğinde, onlara burada Rum oturmadığını söyledi ve adamlar gerçekten yağmalamadan gittiler. Komşularını korumuş olan Mehmet binadan çıktı, Türk bayrağını bıraktı, eline bir odun parçası alıp caddenin karşı tarafındaki gayrimüslimlere ait dükkan ve evlere saldırmaya başladı.”
Kimi Müslüman vatandaşlar ise tam aksi şekilde davranmış, gayrimüslimlerin evlerinin tespitinde saldırgan gruplara yardımcı olmuştur.
Rakamlarla 6-7 Eylül Olayları
“Utanç gecesi” adıyla tarihe kazınan bu geceyi rakamlarla ifade etmek gerekirse:
• Yaralılarla ilgili rakamlar 300 ila 600 arasında değişmektedir. O güne ait bir veri ise saldırganların birçoğunun yanlarında ilkyardım malzemeleri bulundurduğudur. Buna bakarak saldırganların cana zarar vermemek üzere de emir aldığı söylenebilir.
• Evlerde Rum kadınlara tecavüz edilmiştir. Balıklı Hastanesi Başhekimliği’nde tedavi gören kadın sayısı 60’tır. Fakat tecavüze uğrayan kadınlardan birçoğu çekinceleri nedeniyle tedavi olmaya gidememiştir bile.
• Can kayıpları ile ilgili rakamlar ise tartışmalıdır. Basında açıklanan ilk rakam 11 iken, bir başka rapora göre bu sayı 15’tir.
• İşin maddi kısmına gelindiğinde; olayların ardından 9 Eylül günü Maliye Bakanlığı zarara uğrayanlar lehine açıklamada bulunur: Ucuz inşaat malzemesine erişim kolaylığı, banka borcu olanlara ödemede kolaylık, banka kredisi almada kolaylık, ihtiyacı olanlar için sağlanacaktır. Belediye tarafından çivi, cam boya malzemesi dağıtılır. Celal Bayar‘ın girişimiyle mağdurlara ödenecek para kaynağının sağlanmasının hızlandırılması, özellikle düşük gelirli mağdurlara para yardımı yapılması amacıyla bir komite kurulur. Komite büyük şirketlerden bağış talep ederken, kamuoyu da basın aracılığıyla bağış yapmaya çağrılır. Böylelikle ödenmesi gereken tazminat bir bağış kampanyası niteliği kazanmıştır. Bağış yapan kişi ve kuruluşlarda oluşan baskın güdü ise Türklerin bu alçaklıklarla ilgisi olmadığını, vatanseverlik görevlerini yerine getirdiklerini kanıtlamak olmuştur.
• 1957 yılı sonunda 3.247 gerçek ve tüzel kişiye, toplam 6.533.856 TL tutarında ödeme yapılmıştır.
Ancak hasar beyanı sırasında oluşan olaylara örnek olarak bir tanığın ifadesinden:
“Çoğu tazminat alamadı. Komiteden bir bilirkişi gelip, ‘Şu kadar tazminata talep edeceğiz. Ödemenin yarısını sen, diğer yarısını ben alacağım.’ dedi. Bazıları, bu bilirkişilerin para almasını istemiyordu, o nedenle haklarından feragat ediyorlardı. Bu tazminat daha çok Türkiye’nin atılı müttefiklerini sakinleştirmek için tasarlanmıştı.”
Suçluların tespiti
Olayların ardından hükümet suçlu olarak komünistleri işaret etmektedir. Fuat Köprülü’nün 12 Eylül’de meclis toplantısında yaptığı konuşmadan:
“Hükümet önceden bilgilendirilmişti. Buna göre tedbirler alınmıştı. Fakat olayların hangi gün ve saatte çıkacağı bilinmiyordu. Komünistler hareketin tüm çabalara rağmen baskın gibi gelişen olaylar engellenemedi. “
(…)
“Kıbrıs Meselesi nedeniyle tahrik edilmiş olan gençler ve vatanseverler olayların çıkışından sorumludur. Diğer taraftan basın provoke etmiştir. Selanik’te patlayan bombanın da haberi gelince, nihayet bir fırsat doğmuştur. Komünistler hareketin arasına karışıp gençlerin vatansever gösterisini kullanarak yıkıp yağmalamışlardır. Çünkü komünistler, ayaklanmaları önceden planlayıp komutayı da ellerine almışlardır.”
Adnan Menderes de aynı şekilde komünistlerin olayların suçlusu olduğunu, hükümetin olaylardan önceden haberdar olduğunu ancak bu ateşli vatanseverlik gösterilerinin bu kadar büyük bir psikoza dönüşebileceğini kestiremediklerini beyan etmiştir.
Türkiye’deki komünist sayısının düşüklüğüne ve olayları, onların planlamış olma ihtimalinin yokmuş gibi görünmesine rağmen emniyet amirlerince komünist olarak bilinen 48 kişi 7 Eylül günü tahrik ve tahrip suçlamasıyla tutuklanarak Harbiye’ye getirilir. Bu kişilerin arasında bilindik isimler de vardır: Aziz Nesin, Kemal Tahir, Hasan İzettin Dinamo, Asım Bezirci gibi günah keçisi olarak seçilmiş daha 23 isim... 1956 Aralık’ının sonunda İstanbul’da 3.525 kişi serbest bırakılırken, Ocak 1956 sonunda 228 kişi mahkum edilir, 61 kişi beraat eder, 208 vaka ise düşer.
İsmet İnönü mecliste yaptığı bir konuşmasında hükümete, masum insanlara eziyet edilmesindense gerçek suçluların bulunması gerektiğini söyleyerek sürecin işleyişini eleştirmiştir. Nitekim bu söyleviyle tutukluların salıvermelerini de sağlamıştır. Başbakan Menderes ise İnönü’nün ağır eleştirilerine “Paşa, vatan bu konuşmanı affetmeyecek.” diyerek yanıt vermiştir.
6-7 Eylül olayları Yassıada Mahkemeleri’nde de önemli bir rol oynamıştır. Ancak olayda parmağı olan diğer ne kadar örgüt ya da kişi varsa mahkemeler sırasında dile getirilmekten kaçınılmış, tüm suç zanlıların üzerine yıkılmıştır. Dolayısıyla yargılama sonucunda adalet yerini bulmamış, zira yargılamalar yeni yönetim rejimini meşrulaştırma çalışmasının bir parçası olmuştur.
Olayların akışı
Tüm yaşanan olaylar gösterilenin aksine spontane olarak halkın galeyana gelmesi şeklinde gerçekleşmemiş, bir ülkü çerçevesinde iyi planlanmış ve organize edilmiştir. Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti, hükümet görevlileri ve o günün MİT’i olan Milli Emniyet Hizmeti olayların gerçekleştirilmesinde pay sahibidir. Bunun yanı sıra yaşananlarda dış güçlerin de parmağının olması muhtemeldir. “6-7 Eylül Olayları” kitabının yazarı Dilek Güven’in tespiti:
İngiltere arşivinde bir belge buldum. 1955 olaylarından bir yıl önce Atina'daki İngiliz Konsolosu, "Türklerle Yunanlıların arası çok iyi. Ama Atatürk'ün evinde şöyle bir bomba patlasa, ortalık ne kadar karışır acaba?" diye yazı yazıyor.
Bomba Türk Konsolosluğu’na dışarıdan değil de içerideki birisi tarafından atılmış ve yalnızca camların kırılmasına yol açmıştır. Bir iddiaya göre bombayı atan kişi ise Kıbrıs’ta hukuk öğrenimi görmekte olan “ajan-provokatör” Oktay Engin’dir. Kendisi ilk önce tutuklanır fakat sonra geçici olarak serbest bırakılır. “Geçici “ifadesi ise kalıcı olacaktır, kendisine vaat edilen makamı bir sene sonra elde eder. 1956’da belediyede bir işe yerleştirilir. Yıllar içerisinde Niğde’de önce kaymakam sonra vali olur. Oktay Engin yaptığı röportajlarda olaylarla ilgisi olmadığını, Özel Harp Dairesi ile ilişi bulunmadığını vurgular.
Saldırıya dair haberin bir bulvar gazetesi olan İstanbul Ekspres dışında basında yer bulmaması dikkat çekicidir. Sonradan öğrenilecektir ki DP’yle ve MAH’la ilişkisi olan gazete sahibi Mithat Perin ve Yazı İşleri Müdürü Gökşin Sipahioğlu, Selanik’te bombanın patlayacağını önceden bildikleri için kağıt stoku yapmışlar ve o gün tam 300 bin gazete basmışlardı.
Hükümet görevlileri dile de getirdikleri gibi tüm olaylardan haberdardır, Menderes’in olayları Taksim Meydanı’nda arabasından izlediği bilinmektedir. Ancak hükümetin beklediğinin ötesinde bir yıkım gerçekleşmiş olduğu düşünülmektedir. İlk gösterilen reaksiyon ise olayların suçu komünistlerin omzuna yüklemek olmuştur. Yassıada Mahkemeleri sırasında Menderes MAH başkanını da mahkemeye bildiklerini açıklaması için davet etmiştir, fakat Menderes’in talebi görmezden gelinir. KTC ise olayların “nümayiş- tahrip- talan” kısmında rol üslenir. Örgüt hükümet desteğiyle kurulmuş, cemiyet başkanı Hikmet Bil ise Menderes’in yakın dostudur.
Olayların gerçekleştirileceği günün seçimiyle ilgili bir iddia ise özellikle İstanbul’da önemli uluslararası bir takım kongrelerin de gerçekleştirildiği bu tarihlerin seçilerek kamuoyunun ilgisi dağıtılmaya çalışıldığıdır.
Gerçek nedenler
1991 yılına gelindiğinde, bir tuğgeneral kendisiyle yapılan röportajda olayların MAH tarafından düzenlenmiş olduğunu şu sözlerle dile getirerek olayları aydınlatır aslında:
“Elbette 6-7 Eylül Olayları Özel Harp Dairesi tarafından planlanmıştı. Olağanüstü planlı bir operasyondu ve amacına ulaştı. Sorarım size; bu sıra dışı başarılı bir eylem değil miydi?”
1947’de CHP azınlık bürosunun hazırladığı rapordan:
"Anadolu'da hemen hemen hiç Rum kalmadı. Birkaç da Ermeni kaldı. Ama çok çoğalıyor. Onları İstanbul'a göç ettirmemiz gerekiyor. Ne kadar İstanbul'da toplarsak o kadar kontrol altında olurlar. Ama sermayelerini burada bırakmalılar.
“İstanbul'un fethinin 500. yılında İstanbul'da bir tek Rum olmazsa ne iyi olur."
1934 Trakya Olayları, 1942 Varlık Vergisi ve 1955 6-7 Eylül olayları homojenleştirme yapbozunun birer parçasıdır. Bu topraklarda yaşamış büyümüş, bu toprakların insanları evlerinden edilir böylelikle, senelerce komşuluk yapmış dostlar birbirinden ayrılır. Çiroz kurutan Ermeni kadınları ya da Rum balıkçılar yoktur artık mahallelerde. Anılara hapsolurlar, bizlere de yalnızca bu anıları okumak ya da dinlemek düşer şimdilerde.
Bu yapboz tamamlanmaya devam ediliyor bugün. Dostların arasına ekilen nifak tohumları yeşeriyor. Yıllarca omuza omuza yaşayanlar birbirini öldürüyor, önyargılar var artık hepimizin kafasında. Kimlik her isimden önce geliyor “Türk, Kürt, Ermeni”… İnsanın yalnızca insan olduğu, dost seçerken soyun sopun önemsenmediği yıllar gitgide maziye karışmakta. Anadolulu insanın sahip olduğu hoşgörünün yerini şüphe, güvensizlik ve önyargılar alıyor.
Yukarıda mevzubahis olan tuğgeneral verdiği demecinde haklıdır belki de.
Kaynakça
6-7 Eylül Olayları / Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları ve Stratejileri Bağlamında/ Dilek Güven/ İletişim Yayınları
Doğan Hızlan/ Hürriyet Gazetesi / 26.04.2010 / 26.06.2010
Ayşe Hür/ Taraf Gazetesi / 07.09.2008
www.bianet.org/ Oktay engin röportaj
www.vikipedi.com
daha fazlası için:
Film: Güz sancısı / Yön: Tomris Giritlioğlu/ 2005
Bir tutam Baharat/ Tassos Baulmetis/ 2003
Belgesel: Utanç Gecesi 6-7 Eylül Olayları / Can Dündar
Kitap: 6/7 Eylül Olayları M. Hulusi Dosdoğru
Bağlam Yayınları

0 ses çıkmış:

 

Term Life Insurance Quote