26 Ağustos 2010 Perşembe

Zoraki Topal (Öykü)






Bakımlı genç kadın, orta büyüklükte bir büroya açılan kapıdan kafasını çıkardı önce. İçerinin boşluğundan emin olduktan sonra yavaşça süzülüp kapıyı da arkasından sessizce kapattı. Dizlerinin hemen üstündeki siyah, deri eteğinin izin verdiği ölçüde hızlı adımlarla masanın başına geçti.

Koltuğa oturdu ve bilgisayarı açtı. Elini ağzına götürdü beklerken… Manikürlü ve yeni yapılı tırnaklarına kıyamadığı için onları yemese de dudaklarıyla oynadı bir süre. Şifreyi girdi ve bilgisayar, ona korkunç gelen bir gürültüyle açıldı. Gözlerini kaldırıp kapıya baktı. Ortalık şimdilik sakindi.

Her halinden çok telaşlı olduğu belli oluyordu. Şimdi istediği şeye kim bilir nasıl ulaşacaktı bu ultra-kalabalık teknolojik hafızada? ‘Arama Motoru’nu açtı hemen. Beyaz gömleğinin manşetlerini dirseklerine kadar kıvırmıştı. Açıkta kalan bileklerinden birinde kol saati, birinde gümüş bir bilekliği vardı. Her çeyrek dakikada bir saatine göz atıyordu.

Klavyeye götürdü ellerini ve aradığı dosyanın adını yazdı. “Xwqqxwxq”. Zira tek bildiği buydu. Arama başlatıldığında sıkıntıyla sağ elini siyah, iri dalgalı saçlarına götürdü ve onları geriye ittirdi. O an, asla kapı açılmamalı ve asla biri girmemeliydi içeriye. Flash diskini kasaya takıp istediğini göndermeye başladı sonra. “Dosya gönderiliyor… Son 4.5 dakika…” yazısı göründü monitörde. Hayır, bu kadar sürmemeliydi!

Onu beklerken, biri gelirsen nasıl bir yalan uydurabileceği konusunda kafa yordu. “Son 1.5 dakika…” Ve kapıya doğru ayak sesleri duydu. Kafası hemen hızla işlemeye başladı: ‘Ben, şu şu için geldim… Şu şu beni şundan dolayı gönderdi…’

Adımların sesi arttıkça kalbi duracakmış gibi atmaya başladı. Kaçmasının, saklanmasının imkanı yoktu ve bunu yapmak kendisini suç işlemiş gibi göstermekten başka işe yaramazdı zaten. Gönderme biter bitmez diskini çekti ve elinden gelenin; yapabileceğinin en hızlısıyla önce hoparlörü, sonra bilgisayarı kapattı. Kapı açıldığında henüz bilgisayarın ekranı kararmamıştı. Diski derhal gömleğinin cebine attı. ‘Soğukkanlı ol,’ dedi kendi kendine.

Kapıyı açan adamın çatık kaşlarıydı ilk karşılaştıkları. “Siz??” “Beni…. Şu gönderdi… Sizden… hm… şunu almam için…” derken masanın arkasından çıktı ve ilerlemeye devam etti kapıya doğru. “Fakat ben yokken…” diye başlamak istedi adam ama o, ayağını bir yere (istemeden!!) taktırdı ve düştü. Adam hemen yanına koştu tabii. “İyi misiniz?” Bütün gücünü verdiyse de gözyaşı akıtamadı ama yüzünü acıyla buruşturmayı çok güzel becerdi.

Sağ ayak bileğini tuttu ve “Ahh…” diye inledi. Gözlerini kapattı ve dişlerini sıktı acısından(!)… Hastaneye kaldırılmalıydı. Öyle de oldu.

---

Her ne kadar istediğine ulaştıysa da koşma özgürlüğünü kaybetmişti. Bilerek topallamak zorundaydı bu yüzden. İyileşene (!) kadar… Yani uzunca bir süre…



 


                                                                        ÂSİ’YE

0 ses çıkmış:

 

Term Life Insurance Quote