26 Ağustos 2010 Perşembe

Bir Demet Rastlantı(Öykü)


Kötü olmanın en ilginç özelliği nedir, biliyor musunuz? Yaptığınız şeyi birkaç gün sonra hatırlamamanız. Çünkü belleğinizde kötülük değil, iyilik hatırlanmaya değerdir artık. Nefret etmemeyi öğrenirsiniz, çünkü nefretin getireceği yanlışlıklar vardır. Sevmeyi önceden bilirsiniz, ama sevgi artık kahpedir. Riyakârdır. Hatta bazen arkanızdan iş çevirir. Ve bu da size her seferinde arkanızı kollamayı öğretir. Sağır ve dilsiz bir adamdan başkasına güvenemezsiniz. Hatta kör olması benim için daha da iyi. Genelde ölülere güvenirim ben sadece, bu özelliklere sahip olmaları açısından. Ama ne yazık ki onlar da arkamı kollayamazlar.
Başlangıçta kötü değildim. Aslına bakarsanız hala değilim. Kim kendini kötü görür ki? Hapishaneye uğramayı deneyin. Kader mahkûmudur onlar ya da şartlar bunu gerektirmiştir. Ama dünya üstünde hiçbir kötü yoktur. Ben de değilim…
Nasıl şimdiki ben oldum peki? Ben nasıl “ben” oldum? İşin kötüsü filmin o bölümü karanlık ve nemli bodrumda kala kala hasara uğramış biraz. Kafamın içinde filmi oynatmaya başladığımda o bölüm hep boşa sarıyor. Pek önemi var mı, sanmıyorum. Ben olup bitmiş şeylerle ilgilenmem. Geçmişi düşünen biri de değilim. İş gereği, bilirsiniz. Geleceği düşünmek de pek adetim değildir. Çünkü geleceği ve getireceklerini sadece Tanrı bilir. En azından ilk başta böyleydi.
Kötü olmanın en kötü özelliği nedir, bunu biliyor musunuz peki? Onu da söyleyeyim. Yaptıklarınızı unuttuğunuzda, başkalarının da unuttuğunu sanmanız. Nefret etmemeyi öğrendiğiniz için, onların da nefret etmeyeceklerini düşünmeniz. Ve yaptıklarınızı siz görmediğinizde, diğerlerinin de görmediği yanılgısına düşmeniz. Ve en büyük yanılgı burada başlar. Benim hikâyemin de tam başladığı yerde.
Onun beni görmediğini sanmıştım. Ne kendi yaptığımı görmüştüm, ne de onu. Hayır, o bir ölü değildi. Beni takip de etmiyordu. Tamamen rastlantıydı yollarımızın kesişmesi.  Çizgili kağıtta harflerin ve çizginin kesişmek zorunda olması gibi bir rastlantı. Bulunduğum yer kesinlikle ona göre değildi. Duvarlardaki is ve o iğrenç sidik olduğunu bildiğiniz halde ter olmasını ümit ettiğiniz koku. Ondan farklıydı. Şehir çöplüğünün içinde payetli, parlak çantayla; kahverengi, üst kapağı neredeyse kopmakta olan ve bir de çıt çıtı tutmadığı için kapanamayan, yıllanmış postacı çantasının yan yana, dip dibe gelmesi gibi bir rastlantıydı. Ve o parlak çanta, postacı çantasındaki kişisel, dolayısıyla özel mektupları görmüştü.
Onun beni ilk gördüğü zamanı sonradan öğrendim. O aralar ben en büyük hatamı yapmaktaydım: Kendim görmediğim için başkasının da görmediğini sanıyordum. Bütün yanılgıları fark etmek uzun zaman alır. Kısa zamanda farkına varılanlar aslında sadece yalandır, hiç kimsenin bir ders aldığı filan yoktur. Benim için de onu fark etmek uzun zaman sonraydı.
Onu hiç fark etmedim aslında. Beni gördüğü günden sonra ne benden kaçtı, ne de bana yaklaşmaya çalıştı. Beni unutmuş, farkıma varmamıştı. Yaşadığımız yer koca bir metropoldü, bir daha karşılaşmazdık nasılsa ve o hayatına devam etmişti. Ben de onun varlığından bihaberdim. Diğer rastlantıya kadar…
Onunla tanışmam da bir rastlantıydı. O, sanki bir rastlantılar bütünüydü. Bu rastlantıysa en önemli evrakın, sevgilinize yazdığınız ayrılık mektubunun üstüne dolma kalemin, mürekkebini damlatması gibi bir rastlantıydı. İç burkucu olmasının yanında düzeltilemez.
Takıntısı tanışmamızdan sonra belli olmaya başladı. Her hareketinden… Ama öyle inceydi ki. Fark edemiyordum benim üzerimdeki gözlerini. Her şeyimi ezberliyordu. Gazeteci veya polis, dedim önce. Atlatmam kolaydı. Oysa bu bir yalandı, yanılgımı kısa süreli geçirmesine rağmen ders almamı engelleyen bir yalan. Onun takıntısı başkaydı.
Onunla konuştukça riyakarlığım baş göstermeye başladı. Daha yaklaşıyordu bana ve ben arkamı kollamamın yanında bir de onun arkamdaki kişi olma ihtimallerini hesaplıyordum. Çünkü ona yaklaşması için ben de fırsat veriyordum. Ve ilk karşılaşmamız hakkında hala bir şey bilmiyordum. Babası bildiği halde hala ondan sırrını saklayan küçük bir erkek çocuğu gibiydim.
Ona göre biraz daha kötüydüm belki; ama kan kokumu onun vücudunun derinliklerinde yok etmek istiyordum. Ona benzemek istiyordum. Düşünürken hep işaret parmağı ve orta parmağının tırnak uçlarını alt dudağında gezdirirdi. Ve ciddi bir şey söylemek istediği zaman önce küçük bir “pa” sesi çıkarır, sonra gözlüğünü işaret parmağıyla geri iter ve tam gözlerimin içine bakarak konuşurdu. Bu onun stiliydi. Bense düşünürken alnımı kaşırdım. Benim de takıntım başlamıştı.
Zamanla ona hislerim değişti. Kısa bir mektup aslında koca bir zaman diliminden bahseder. İşte ben de size beraber geçirdiğimiz uzun zaman diliminden bahsediyorum. Duygularımı söyleyemiyordum ona çünkü farklıydı bu, belki toplumdan çekiniyordu o da. Hiç kabul görmeyecek bir birliktelik olurdu hem. Ve farklılığımız bozardı oyunumuzu, iki elma birbirini sevemez miydi yani? İlla elma ve armut mu olmalıydı? İkimiz de sustuk. Söylemedik bir şeyler. Evde de bana bir şeyler söylemezdi, sokakta söylemesini de ben beklemezdim. Korkardı belki benim tepkimden… Sadece karnımın üstüne uzanır ve “anlat” derdi. Havadan sudan yalanlar atardım ona. Martıların neden acıyla çığlık attıklarını sordu bir gün bana. Bilmiyorum, dedim. Düşünmemiştim; her gün binlerce martıyı işitmeme rağmen. Ve geleceği düşünmeye başladım o gün.
Kötü olmanın en acı özelliği nedir, biliyor musunuz? Hep kötü kalmanız. Çünkü insanlar böyledir. Bir kısım Habil’den bir kısım Kabil’den gelir. Suçlamalarınızı kendinize saklayın. Ne Tanrı’dan hayır var size, ne de başkalarından. Çünkü kural böyledir. Her şeyi değiştiremezsiniz. Tahterevallinin bir ucu iyi, bir ucu kötü. Ve hep bir taraf aşağıdadır.
Kokumu temizlemeye o yetmiyordu. Hep aynıydım. İlk karşılaşmamızda yaşadıklarımı ben çoktan unutmuştum, o ise benim yaşadıklarımı hala hatırlıyordu. Gördüğünü bilseydim, bu kadar beklemezdim. Ya da hiç izin vermezdim ona.
Sonunda martıların neden çığlık attığını öğrendim bir gün. Ve bir rastlantıyla, onunla ilk rastlantımızı öğrendim. Polis memuru arkanızdakini vurmaya çalışırken, sizin vurulmanız gibi bir rastlantı. Sizi öldüren bir rastlantı.
O gün beni evine çağırmıştı yine. Antikalarla döşenmiş bir zevk harikası olan evi. Ve ben de onun evindeki her ayrıntıyı tamamlayan son ve en değerli parçaydım. Gözümü kapattığımda onunla beraber olan anılarımızın canlanması için her şeyimi verebilirdim. Eğer hatırlayabilseydim.
Koltuğa uzandım, yanıma gelmesini istedim. “Pa” sesi çıkardım ve onun gözlüğünü düzelttim. “Martılar neden çığlık atar biliyor musun? Çünkü onlar bizim içimizdeki acıyı bilirler. Bizi karanlıkta ağlarken görürler ve bizim çığlıklarımız boğazımızda düğümlenirken onlar gökleri yararcasına alabildiğine bağırırlar bizim adımıza.  Çünkü biz yasaklara kalmışızdır. Biz yaptıklarımızın sorumluluklarını bile üstlenemeyiz.” Bana gülümsedi, kravatını gevşetti. Gözlerime baktı. “Erkekler ağlamaz.” dedi. “Sana hiç zarar vermek istemezdim” dedim.
Keşke hiç bilmeseydi. Ve ben rastlantısal hayatıma onsuz devam etmeseydim, bütün rastlantıları nefretle anarak. Geçmişi düşünmeye başladım o gün. Ve ertesi gün yine şimdideydim, dünden hiçbir kırıntı kalmadan. Gözlerimi kapattığımda yüzünü göremiyorum artık. Ne geçmiş ne gelecek vardı işte yine…
Kötü olmanın en ilginç özelliği nedir, biliyor musunuz? Yaptığınız ne olursa olsun birkaç gün sonra unutmanız.

0 ses çıkmış:

 

Term Life Insurance Quote