26 Ağustos 2010 Perşembe

Neden Boykot? (Anayasa Tartışmaları)

Neden Boykot?

“ve yalnızca keyfi bir iktidar sisteminin dayattığı ‘seçenekler’ arasında seçim yapmak zorunda olmayacakları bir aşamaya gelmek…” Noam Chomsky

Her şeyden önce, parlamenter demokrasiye inanmadığımı belirtmeliyim. Bu sistemin somut anlamda hiçbir işe yaramayacağını Emma Goldman’ın “Oy vermek bir şeyleri değiştirecek olsaydı zaten yasaklanmış olurdu.” sözüne dayanarak düşünüyorum. Dört yılda bir yapılan seçimlerde bütün egemenlik hakkımı tanımadığım vekillere devretmek, kafamdaki demokrasi anlayışıyla uyuşmaktan ziyade işin kolayına kaçmak gibi geliyor. Hele Türkiye’de seçim barajı ve siyasi fanatiklik göz önüne alınırsa tüm meclisi, halkı, göz boyama ve keskin retorik dahil her tür şaklabanlıkla ikna etmekle yetinen dört parti liderinin yönettiği söylenebilir. Diğer milletvekillerinin koyun mantığıysa geçtiğimiz aylarda çok net bir söylemle de ortaya kondu zaten.

İmdi, bu fikirden yola çıkarak parti veya ideoloji taraftarlığına da pek sıcak bakmadığımı ekleyip “Evet” ya da “Hayır” seçeneklerindeki gizli ünleme dikkat çekmek istiyorum. Bilinçaltına işlenmiş faşizm, ayırıcı ve yaftalayıcı niteliğini burada çok açık bir şekilde gözler önüne seriyor: Dışlanmamak için “Evet, ama AKP’li değilim”; “Hayır fakat CHP’yi tutmuyorum” deme zorunluluğu yani.

Zira bu zihniyet, yalnızca demokrasiye ve özgürlüğe yönelmesi gereken bir referandumu AKP için güvenoyuna veya CHP-MHP bloğunun gövde gösterisine çeviriyor. Partiler, sanki genel seçim varmış gibi şehir şehir dolaşıp belediyelerinin icraatlarından dem vurarak kendi fikrini dayatmak amacıyla miting düzenliyor. Bu bile boykota değer bir sorun aslında. Üstelik madde madde yapılacak bir oylama kesinlikle daha bilinçli bir referanduma götürecekken bizi, paket halinde sunulan değişikliklere “razı olmamızın” beklenmesi başka soru işaretleri doğuruyor.

Fakat bunun ötesinde, 12 Eylül anayasasına ne kadar karşı olsam, meşruluğunu sonuna kadar reddetsem de bu “yetmez” değişikliğin aslında sadece “17. bir sibop” işlevi görerek onun ömrünü uzatacağını düşünüyorum. Yani, aklıma yatmayan onca madde, “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” hüküm varken, faşist zihniyetin ürünü kurumlar sadece maske ve sahip değiştirecekken tek bir sözcükle kendimi ifade edemem. İşin AKP veya CHP eleştirisini diğer arkadaşlara bıraksam da birinin hakimiyet alanını genişletme, diğerininse mevcut ayrıcalık ve sınıfsal çıkarlarını koruma mücadelesini sloganlaşmış kalıplar üzerinden yürütmesi beni tiksindiriyor. Ayrıca arka planda özelleştirmenin önündeki engeli kaldıran değişiklik de Koç grubunun yüzünü güldürse de ne yazık ki basına yeterince yansımıyor, bu manevra aslına bakarsanız arkadan vuran, sinsi bir hamle gibi görünüyor.

Yanı sıra, yani benim kişisel nedenlerim dışında anayasadaki değişikliklerin, özellikle karşı kutupların sınıfsal düzlemdeki burjuva kökleri göz önüne alınırsa sosyalist kesimi, grev hakkı bekleyen memurları hiçbir açıdan tatmin etmediği; kimlik mücadelesini sürdüren Kürtler’in ve Alevi’lerinse kendilerine yönelik tek bir olumlu değişiklikle dahi karşılaşmadığı tezleri de boykotu düşündüren nedenlerden. Kurgu gündemlerin, medyanın şişirdiği siyasi olayların uyutucu tehlikesine aslında Tarkovski de değinmişti: “Haberlere boğuluyoruz, oysa hayatımızı değiştirebilecek en önemli mesajlar ulaşmıyor bize.”

Boykotu kendi tercihi olarak düşünenlerin aklında oluşan en büyük şüphelerden birisiyse bu hareketleriyle hiçbir şeyi değiştiremeyecekleri, oy vermeye üşenen tatilcilerden verisel anlamda bir farkları kalmayacakları. Buna esprili bir çözüm pusulada yer alacak bir “Boykot” seçeneği olabilirdi, fakat şu durumda boykotu düşünen partilerin, STK’ların ve en önemlisi bireylerin bir şekilde ortak platformlar oluşturup düşüncelerini duyurmaları, yapıcı eleştirileri ve mantıklı bildirileriyle kamuoyunu bilinçlendirmesi gerek ki ideal bir demokrasi, yalnızca böyle tavırlarla ilerleyebilir zaten. Bazılarınca pasif ya da en iyi ihtimalle sinik olarak ele alınan, hatta kınanan bir tavrı aktif bir direnişe dönüştürmenin tek yolu da bu. Siyaseti, partilerin eline terk edemeyiz…

2 ses çıkmış:

Adsız dedi ki...

Referandumla belirlenecek yasa değişikliği sistemi oluşturacak, bu ülkedeki düzeni değiştirecek olan etkenlerden bir tanesidir. Eğer bu referanduma katılmazsak, bu sistemi ve düzeni eleştirme hakkımız olabilir mi? Sistemin düzenlenmesinde rol oynamadan sisteme bok atmak saçma diye düşünüyorum. Her şeye karşı çıkan, muhalif zihniyet nereye kadar? Ben burada sizi değil, kendimi de eleştiriyorum çünkü ben de böyleyim. Ancak senin de yazında belirttiğin gibi "boykot" adı altında oy atmayanların durumu üşenen tatilcilerle aynı olacak. Daha sonra bu anayasanın getirdiği düzene söverken, hangi birimiz bunları düşünecek ki?

uyuyan adam dedi ki...

Öncelikle yazıda da belirttiğim gibi parlamenter sisteme ve onun sunduğu seçeneklere hiç de güvenmediğimi tekrarlayayım. Ben bu referandumu nicedir sesi yükselen iki karşı kutbun alenen karşılaşması olarak görüyorum, nitekim kendileri de politikalarını bu çekişme üzerinden yürütüyorlar. Daha da ötesinde birbirlerini bir şeyleri "ele geçirmek, geçirmeye çalışmakla" suçlamaları da devlet denen aygıtın aslında iktidarın kendisi değil, bir parçası olduğunu kanıtlıyor gibi. Eh, ben halkın seçtiği birilerinin dahi bu gücü- pek çok açıdan -daha olumlu kullanacağına da inanmıyorum. Tabii ki şu anki kapalı devre kısa paslaşmalara karşı arzulanabilir bir gelişme, fakat yöntem itibariyle kınamamın yanında, şimdi söylediğim gibi açıkçası getireceği düzenleme karşı olduğum sayısız şey konusunda hiçbir şey yapmazken sonuçlarını çok da umursamıyorum. Uykumun bir gaflet, dalalet hatta hıyanet uykusu olduğunu söyleyebilirsiniz fakat "13 Eylül'de uyandığımızda..." edebiyatının şimdiden klişeleşmesine rağmen arkasında yatan gerçek unutulmamalı diye düşünüyorum. Şimdilik, yani birileri bana kulak vermeyi düşünene kadar uyumayı tercih edeceğim sanırım.

 

Term Life Insurance Quote