26 Ağustos 2010 Perşembe

Simgelerle İletişimin Sınırları Üzerine (Felsefe)







İletişim hayatımızda ve uygarlığımızda önemli bir yer tutuyor. İletişimsiz zaman geçmiyor, gelişme olmuyor. Bu iletişimde sürekli genel olarak “dil” kavramına indirgediğimiz simgesel sistemler kullanıyoruz. Ben simgesiz bir iletişimle hiç karşılaşmadım: “simge” kavramından bahsederken s,i,m,g ve e gibi kıvrımlı-yuvarlaklı, çizgeli-noktalı işaretler kullanmak zorundayım; yüksek sesle konuşan arkadaşımı dindirmek için ya tıslıyorum ya da işaret parmağımı dudağıma götürüyorum.

Aslına bakarsanız bu simgeler açık bir biçimde kavramlardan çok uzak. (Buradaki “uzak” bile bir benzetme ve simge, muhtemelen pek de bir şey ifade etmiyor, görüleceği üzere simgesel sistemleri simgelerle incelemek çok zor, ve hatta belki de imkansız.) Susma eylemini düşünelim, bir düşünce olarak da değil, bir hareket olarak ele alalım: Bir insan, veya sadece bir varlık, ses çıkarma durumunu terk ediyor. Bunun “sss” sesiyle, işaret parmağıyla bir ilgisi var mı? Evet, aslında var; var ki bu iki olay genelde bir susma eylemi doğuruyor. Ancak bu ilişki doğal bir ilişki değil. Dili -ve iletişim kültürünü- çok muhtemelen doğuştan almıyoruz, ki bebeklerle iletişime geçmemizin zorluğu bu yönde önemli bir delil, “sss” sesi veya işaret parmak sonradan susma eylemi ile eşleşiyor.

Burada dahi susma eyleminin varlığına dair önemli bir varsayım var. Yani bizim bildiğimiz anlamda iletişimin yürüyebilmesi için iki tarafta da ortak kavramlar olması veya bunların, gelişimsel bir süreçte oluşabilmesi gerek. Susmayı bilmeyen, susma eylemini tecrübe etmemiş, ya da etme potansiyeli olmayan susamaz. Eğer gerçeklik sadece ve sadece öznelse, özneden bağımsız kavramlar tanımlanamazsa iletişim muhtemelen zaten mümkün olamayacaktır. Kavram ve gerçekliklerin özneden özneye aktarılması ancak farklı öznelerde özde farklı imgeler ve yansımalar oluşması biçiminde olacaktır. Bu bir başka yazının konusu olabilir, bu yazımızda özneden bağımsız kavramların varlığını kabul edecek ve iletişimi bu kavramlar veya bu kavramlarla ilişkilendirilebilir gerçekliklerin aktarımı olarak ele alıyoruz.

İletişimde kavramlar veya kavramlar arasındaki ilişkiler bir özneden ötekine aktarıldığında belli bilişsel süreçler sonucunda tepki(ler) ve muhtemelen yeni bir ileti doğurur. Bu yeni ileti de diğer özne tarafından benzer bir süreçten geçirilir ve bu olay böyle zincirleme olarak devam eder. Dolayısıyla her kavram veya kavramlararası ilişki bir simge(ler grubu), yani ileti ile ilişkilendirilmiştir. İletişim teknik olarak sadece bu iletiler üzerinden gerçekleşir ve her iletinin beklenen bir tepkisi vardır. (Burada “beklenen”,  “tahmin edilebilir” anlamında değil; daha çok iletinin doğurduğu algılanabilir tepkinin yine bir ileti/simge olduğunu zaten bildiğimiz anlamında, fakat açıktır ki biz hayatta söylediklerimize karşı tarafın ne cevap verdiğini az çok kestiririz.)

Bu kavram-simge ilişkileriyle biraz oynasak ne olur acaba? Bu ilişkileri öyle bir kaydırabiliriz ki yine aynı iletiler aynı tepkiyi doğurur, ama bahsedilen düşünceler farklıdır. Örneğin “Teşekkür ederim.” iletisine genelde “Rica ederim.” ile cevap verilir; ama “teşekkür etmek” ve “rica etmek” simgelerini birer hakaret simgesi olarak kullanan iki özne de çok benzer konuşmalar yapabilir. Burada bağlamın, yani simgelerle birlikte kullanılan diğer simgelerin simgenin algılanışında etkili olduğu, bu yüzden de simge-kavram ilişkilerini bu şekilde kaydırılmasının fark edileceği iddia edilebilir; fakat ideal bir kaydırma tüm kavramlar üzerinde etkili olacağı için bağlamı da değiştirecektir.

Böyle bir kaydırma var mı? Belki size böyle bir kaydırma belirtemem, ancak böyle bir kaydırmanın olabilirliği iletişimimize olan güvenimizi tamamen sarsıyor. Belki de aslında birbirimizi hiç anlamıyoruz ve anlayamayacağız; çünkü (hepimizden bağımsız bir gerçeğin varlığına rağmen) kavramlar için farklı simgeler kullanıyoruz ve bu sistem kendi içinde öyle tutarlı ki farklılıkları fark edemiyoruz. Belki de ne uygarlık diye bir şey var, ne de gelişim; çünkü yazılı-simgesel belgeler uygarlığın en önemli parçalarından birini oluşturuyor ve biz onların arkasındaki düşünceleri asla bilemeyeceğiz.

Peki ya simgesel sistemlerin somut yansımaları; o kadar bina, sanat eseri nasıl var olabiliyor? Bu noktada simgesel bir sistemin çalışması için “anlam”a ihtiyaç olmadığını fark etmek gerek. Bir denklemin tutması, bir yasanın doğru olması sadece onu belirten simgeler arasındaki ilişkiye bağlıdır, yani “2+2=4” olması için iki elmaya, iki parmağa gerek yoktur; bu sadece 2,+,= ve 4 simgeleri arasında bir ilişkidir. İşte sadece böyle ilişkiler kurularak matematik, geometri inşa edilebilir; hatta kütle, kuvvet gibi bazı kavramlar -sözlü olsa da- simgesel olarak tanımlanıp fizik yapılabilir. Evrenimizin tutarlı olması durumunda da arkasında bir anlam olmasa da bir simgesel sistem evrenimizle örtüşebilir.

Madem simgeler son derece tutarlı olabiliyor, neden gerçekliğin kendisi simgeler olmasın, simgelerin ötesinde düşüncelere ihtiyaç duyalım? Bu da pek tabii mümkün, ancak nasıl yukarıdaki gibi bir kaydırma “olabilir” ise, simgelerin ötesinde anlamlar o kadar “olabilir”. Ayrıca derin düşündüğümüzde, kafa patlattığımızda dilin, yani simgelerin ötesinde bir şeyler düşündüğümüzü sanırız. (Birçok insandan duydum bunu.) Eğer hislerimize güvenebilirsek ki bu da şüpheli, dilin ötesinde bir gerçeklik olmalı.

Bu noktada bir tek simgesel sisteme “farklı anlamlar yüklemek” olası olduğu için yüklenen her farklı anlam bir gerçeklik belirtebilir mi? Mümkün olabilir bu, bu da bizi gerçekliğin sadece ve sadece özneye (yani onun simgelere yüklediği anlamlara) bağlı olduğu düşüncesine geri götürüyor.

Sonuçta görüyoruz ki bire-bir bir iletişim kurmamız, yani söylediklerimizin karşı tarafta tam olarak anlaşılıyor olması (ve tam tersi), günlük hayattaki teknik sorunların (sesi duyamama, psikolojik durum vs.) ötesinde dahi mümkün olmayabilir. Bence bu da kurduğumuz iletişime ve de içinde bulunduğumuz iletişimsizliğe dönüp bir sakin kafayla, bir de bu gözden bakmamızı gerektiriyor. Duyduğumuza, gördüğümüze, algıladığımıza dahi öyle kolay inanmayalım!


i

2 ses çıkmış:

Adsız dedi ki...

Dilin ötesinde bir gerçek olmalı, kesinlik veremem ama bende böyle düşünüyorum.simgelerle iletişimi, girdiğim ortamlarda çoğu zaman insanlar arasındaki zeka seviyesinin yarıştırıldığı bir tiyatro oyunu olarak gördüm. İletişim bensiz de böyle mi devam ediyor , bu tiyatro oyununu ben mi yaratıyorum bu soru işareti? Kendimi otantik olarak sunmaya çalıştığında bir anda tiyatro oyununa çekiliyorum ve iyi bir tiyatrocu olduğumu iddia ediyomuş gibi görünüyorum. Oyunu görmezden gelemiyorsun, ya kazanacaksın ya da kazanacaksın.

Adsız dedi ki...

Yani basitçe insanlar rol yapıyor demiyorum ama basitçe tüm insanlar rol yapıyor. Bir tiyatro oyunu oynanıyor. Bütün toplumsal ilişkilerin bu oyunun bir çeşiti olduğunu söyleyebilirim. Gerçek bir özsaygının kazanmanın anahtarı olduğu bu oyunu, oynamak aslında çok kolay. Zor olan bu oyunu oynamamak. Otantik sunum çelişkilerle dolu bir kavram.stratejik sunum ise bu oyunun dinamiklerini oluşturuyor ve ego,süper ego ve id le beraber bu oyunun en önemli öğelerinden. İnsanlarla etkili bir şekilde iletişim kurmak için yazılan ve söylenen bütün şeyler stratejik sunumun net birer örneğidir. Fakat stratejik sunumda rolleri gerektirir ve temelde bu oyunda başarı kazandırmaz,çünkü yükselmeyi hedefler fakat her zaman çıkacak bir adım daha vardır ve bireyi asla tatmin etmez . Otantik sunum ise bir beceri gerektirir ve şimdilik en mantıklı hareketmiş gibi görünüyor.lakin dediğim gibi içinde çelişkiler barındırır.

 

Term Life Insurance Quote