Geçen sayıdaki “Progressive Rock’a Giriş” yazısında türün belirgin bazı özelliklerine değinip kimi ortak noktaları masaya yatırdıktan sonra bu kez çok sevdiğim bir grubun tanıtımını yapmak istiyorum.


Ardından 1973’te, rock müziğin altın yılında, BMS de boş durmuyor ve Io Sono Nato Libero (“Ben Özgür Doğdum!”) albümünü Jethro Tull, Pink Floyd ve King Crimson’la birlikte diğer efsane çalışmaların yanına koyuyor. Açılış parçası Canto Nomade per un Prigionerio Politico (Politik bir suçlu için göçmen şarkısı) 15 dakika boyunca sizi farklı düşüncelere sürüklemekle kalmıyor, adeta kırlarda başlayan maceranın gidişatını pasajlar boyunca takip edebiliyorsunuz. Sert kısımlar bir çeşit isyanı, öfkeyi ifade ederken Flamenko gitar ezgileri sizi İspanya’ya sürüklüyor; perküsyon ise sanki her şeyin boşluğuna işaret etmekte. Ne yazık ki Google Translate’in çevirisinden temayı çat pat anlamak mümkünse de o şiirselliği, ancak boşlukları kendimiz doldurarak yakalayabiliyoruz. Poliritmik niteliği, org - synthesizer kullanımı ve geçişlerin niteliğiyle kesinlikle BMS’in en dikkat çeken şarkılarından. Bunun ardından gelen Non Mi Rompete (Beni delirtme!) folk havasında, güne neşe katıyor; ardından ne olduğunu anlamadan birden La Citta Sottile ile grotesk bir şatoya giriyoruz, piyanonun etkili kullanımı, sıra dışı bir atmosfer yaratmış. Dopo...Niente E' Piu' Lo Stesso ise yakalaması çok zor bir eser, açıkçası pek hoşuma da gitmiyor ve Traccia II neşeli bir veda parçası olsa da benim gözümde çok da öne çıkamıyor.
Bir sonraki albüm “Banco”, çoğunlukla önceki şarkıların İngilizce halleri ve yeni yorumlarından oluşuyor; As In A Last Supper ise Francesco’nun aksanıyla biraz rahatsız etse de gitarın daha önde olduğu bir albüm. Diğerlerine oranla dinamik bir havasının olduğu söylenebilir.
Garofano Rosso aynı isimli film için kaydedilen parçalardan oluşuyor, saksafon ve keman gibi enstrümanlar daha yoğun kullanılmış; benim dikkatimi özellikle ilk ve son parçaları çekmişti. Onların dışında grubun genel havasının dışında daha sakin, karamsar bir albüm.
Sanırım Di Terra’nın ardından grubun yeni dönemi başlıyor; 80’lerde pek çok diğer progressive rock grubu gibi daha kısa şarkıları, daha farklı bir müzikal anlayışla çalıyor BMS. 90’larıysa ağırlıklı olarak eski albümleri tekrar kaydedip düzenlemekle geçirdikten sonra günümüze kadar pek de yeni üretim yapmasalar dahi özellikle ilk üç albümüyle müzik tarihine damgalarını bastıkları için bir kez tanıştıktan sonra unutulmayacak bir grup olma niteliğini asla kaybetmeyecekler. Anglo-sakson müzik anlayışına- saygısını da göstererek- kendi tarzıyla cevap vermesi, sayısız kaynaktan yararlanıp hep en ulaşılmazı denemesiyse BMS’i, benim için çok özel bir yere taşıyor; onunla yollarımızın, No Palco gibi canlı bir performansta kesişmesi umuduyla…
0 ses çıkmış:
Yorum Gönder