28 Nisan 2010 Çarşamba

Döviz Kulübü (Deneme)



Sokağın sonundaki şatafatlı ev ve onun gizemli garajı... İki aydır garip şeyler oluyor orada; anlamıyorum. Sahibini daha önce görmemiştim ama zengin biri olmalıydı. Peki ya garajına giren onca adam da neyin nesiydi? Fötr şapkalı kodamanlar, üstü başı dökülen beş parasız dilenciler... İki blok ötedeki hastanede çalışan ve altı ayda bir ziyaret ettiğim göz doktorumu ve oğlumun edebiyat öğretmenini bile gördüm o garaja girerken. Gizli kumarhane? Yok artık. Bir örgüt toplantısı? Saçmalama! Artık bir şeyleri öğrenmenin zamanı geldi sanırım. Gidip soracağım, içeri girmeye çalışacağım. Dürbünle izliyorum orayı; her gün daha da fazla insan, değişik yüzler, kim bilir belki ben de bu tuhaf tarikatın(!) bir parçası olurum.
Hava kararıyor ve ben hala garajın önünde volta atıyorum. Biri yanıma yaklaşıyor saati soruyor, şık takımlarla dolaşan iki yaşlı adamın bakışlarını üstümde hissediyorum, sanki gitmemi istiyorlar ama buna hiç niyetim yok, zira bugün burada ne işler döndüğünü öğreneceğim. Birden tanıdık biri bana yaklaşıyor, patronum mu, nasıl olabilir ki? İmkansız! Bu saatte burada ne işi olabilir ki? Ama bu o ve onun meymenetsiz suratı... Ne işin var burada, diyor; burada mı oturuyorsunuz sizi hiç burada görmemiştim, diye karşılık veriyorum. Burada neler döndüğünü bilmek istiyorsun değil mi, göreceksin ve bizi rahat bırakacaksın diyerek kapıyı açıyor, insanları içeri sokup benden telefonumu ve çantamı istiyor. İçerisi bayağı gizli olmalı, diye düşünmekten alamıyorum kendimi.
-         Burası bir çeşit ibadethane mi?
-         Daha fazlası...
-         ....
-         Göreceksin...
İçerisi kağıt kokuyordu ama kütüphane veya fotokopicideki gibi değil... Düpedüz para kokusu değil mi bu? İnsanları gündelik sorunların içinde boğan, kendimizi bulmamıza engel olan bir kabus ve bu kabusa tapanlar. Zamanında semah dönenlere, zikir yapanlara söylediğim bütün kötü sözleri geri alıyorum. Onlar kaçıksa bunlar zırdeli olmalı... Kapı kapanıyor, insanlar kapıyı yumrukluyor içeri girmek istiyor ben de merakımı bir yana atıp nerdeyim, diye düşünüp duruyorum; gitmek istiyorum.
Nihayet patronum kapıyı açıyor. Şanslı(!) kişiyi mülakata alıyor kapının önünde:
-         Demek kulübe girmek istiyorsun.
-         Evet efendim, her şeyden çok...
-         Para için aileni gözden çıkarabilir misin?
-         Evet efendim evet...
-         Peki ya kulüpteki arkadaşlarını?
Sınavın en zor sorusu bu olmalıydı. Burası tarikat gibi bir yerse, “kardeşlik mantığı” önemli olmalı ama üyelerin birlikte önünde diz çöktüğü ve garip danslar yaptığı şey de paraydı hani, nasıl bir kardeşlik olabilirdi ki... İnsanların birbirini yemesi kapitalizmin olmazsa olmazı değil miydi?
-         Asla...
-         Demek para senin için tapınılacak kadar değerli değil, hiçbirimiz para kadar değerli değiliz, aynı fikirde değilsen içerisi sana göre bir yer değil...
-         Tamam, sizi bile satarım yemin ederim, gerçekten...
-         Kardeşliğimize ihanet etmeye bu kadar hazırsan, kardeşliğimizin temeline, yani paraya da ihanet etmeyeceğinden nasıl emin olabiliriz? Git buradan, çabuk!
İyi de o zaman doğru cevap neydi? Patronum kapıyı kapatmış, korkmaya başladığımı fark etmiş olmalı ki, hemen yanıma gelmişti. Zihnimi okuyor olmalıydı, “Doğru cevap sessizlikti, buradaki herkesin tüyleri bu soruyu ilk duyduğunda diken diken olmuştur. Burası neresi, demiştir kendi kendine. Buradaki insanların hepsi, hemen evet  diyemeyecek kadar sadık; hemen hayır diyemeyecek kadar da yüreksizdir. Paraya sahip olmak istiyorsan yarı sadık yarı hain, yarı cesur yarı korkak olacaksın. Yani zengin ve güçlü patronuna sadık, beceriksiz patronun karşısında sinsi olmalısın. Mesela sen, bir köpek gibi sadık olduğundan asla ve asla terfi alamayacaksın...
Ben bir şey sormadan o başladı anlatmaya: “Buradaki insanları görüyorsun, zenginler fakirler, her türlü meslek grubundan insanlar... Tek ortak özellikleri hayatlarının birinci sırasına parayı oturtmaları.” Şaşırdım, ben böyle bir sıralama yapsam ilk başa ailemi koyardım herhalde... “Şu dilenci herifle yanındaki şişman milyoneri görüyor musun? Bana onları birleştirebilecek tek şey söyle. “
-         Para aşığı olmaları falan mı?
-         Bravo, öğreniyorsun.
Şimdi şu dilenciye bir daha bak. Tarikatımızın en kıdemli üyesi o.  Neredeyse bütün gün çalışıyor ve buraya da iş kıyafetleriyle geliyor. Üstünün başının perişanlığına bakma, aslında saygın bir ailenin üyesi ama para için saygınlığını, ait olduğu sınıfı bir kalemde silmiş, kendini ayaklar altına atmayı göze almış, gerçekten takdir edilesi değil mi? Tarikatımız için en çok ihtiyaç duyduğumuz insan tipi... İnsanların çoğu parayı iyi bir sosyal statü elde etmek için kullanır, o ise zaten sahip olduğu sosyal statüyü daha fazla para için bırakıyor. Buradaki bütün zengin iş adamlarından daha değerli biri, önüne atılan birkaç kuruşla yaşamaya çalışan basit bir dilenci de değil. Birinci sınıf bir para aşığı o... Ve benden duymuş olma ama iyi de kazanıyor, çalıştığı caddeden günde yüz binlerce insan geçiyor.
Bu dünyada herkes paraya tapar, ona sahip olmak ister; yokken sadece sahip olmak ister, yeteri kadar varken de daha fazlasını... Eskiden insanlar gündelik yaşamın sorunlarından kurtulmak için kendini zikre verirdi, kendilerini kaybettikleri yerde bulacaklarına inanırlardı. Peki, kendini gündelik sorunlarının içinde bulamaz mısın? Peki, asıl istediğin şey buysa yani sadece mesai sırasındaki kişi olmak istiyorsan, akşam ne yiyeceğini düşünmek, alışverişe çıkmak ve bütün parayla yapılan şeyler aslında hayatın ta kendisiyse… Gerçek olamaz diye düşünme, sadece etrafına bak...
Devam etti, “İnsanlar ikiye ayrılır evlat, fakirler ve zenginler. Fakirlerin bazıları paranın yokluğuna lanet eder, bazıları da varlığı için dua ederler.” Ya kanaatkarlar, dedim ama demez olaydım.
-         Biz burada kanaatkarlara insan demiyoruz!
Zenginler hiçbir şeye ayrılmaz, sadece daha fazla para derler onlar, sen sormadan ben yanıtlayayım.
-         Biz burada hayırseverlere de insan demiyoruz.
-         Peki, burada ne yapıyor insanlar. Asıl bunu merak ediyorum. Görüyorum ama tam anlam veremiyorum, biraz anlatır mısınız acaba?
-         Tabii ki. Tarikatımız şu anda 66 kişiden oluşuyor. Beş ay önce başladığımızda bizim şeytanın yeryüzündeki gölgesi olduğumuza inanan adamların çoğu şu an bize katılabilmek için dışarıda bekliyor. Sekizerli gruplara bölünüyoruz, ben ve dilenci olan arkadaş kıdemli üyeleriz, toplamdan kendimizi çıkarınca 8 grup oluşturuluyor. İkimiz masa masa dolaşıp grupları denetleyip onlara katılıyoruz. Üye alımı da on altışarlı yapılıyor. Çünkü her grubun bir eşi var. Gruplar hiç değişmez ve her masada diğerlerine göre daha yüksek bir sandalyede oturan grup liderleri vardır. Her toplantıda liderler sırayla değişir. İsteyen sırasını başkasına devredebilir. Gelelim “ibadet” işine. Toplantı başladığında birbirlerinin eşi olan gruplar selamlaşır. Üyelerimiz selamladıkları arkadaşlarına o gün kazandıkları paradan biraz verirler.(Miktar eşit olmalıdır) Buradaki amaç ‘Sevgili kardeşim, seni, kazandığım parayı sana verecek kadar değerli görüyorum ama para her şeyden önemli olduğu için bunu senden hemen geri alıyorum’ diyebilmektir. Selamlaşmadan sonra gruplar masalarına oturur, yarım saat boyunca para hakkında konuşur, ardından masalara farklı ülkelerden farklı miktarda paralar konur ve grup üyeleri sessizliğe gömülür. Hayatı oluşturan, yaşamayı sağlayan ve bu dünyada tapınılmayı değer tek şeye bakarlar, bu sırada neler düşünürler bilemem ama kendilerinden geçerler. Ardından ona dokunurlar, kokusunu içlerine çekerler, ‘gerçek patron’a diz çökerler, dans ederler; işte hayat budur evlat... Şu an bizim hakkımızda ne düşünüyorsun bilmiyorum ama seni içeri aldığımda selamlaşma, sohbet ve sessizlik faslı bitmişti, onları da görebilseydin keşke, bugün biraz geç kaldım da kusuruma bakma...  
Çıldırmış insanlar normale dönüyordu sanki, ya da ben bunu normal karşılıyordum artık. Sonuçta bugünün değer yargısı para değil miydi? Karıma, o çok beğendiği tek taş yüzüğü aldığımda ne kadar da sevinmişti; oğlumun yaptığı resim de mutlu etmişti onu ama suluboyayla ikimizi çizdiği basit bir resimdi o. Sonuçta bizi mutlu eden o resim, başkaları için kirletilmiş bir kağıt parçasıydı. Para, şeytan icadıymış, pehh düpedüz insan icadı ama insanların üstüne garip anlamlar yüklediği bir şey sanki, kutsallaştırdığı, hayatın anlamı kıldığı, çoğu zaman daha önemli şeylere tercih ettiği bir şey, para insan icadı olabilir ama bu sapkın tarikat içimizdeki şeytanın icadı...
-         Peki hırsızlık falan olmuyor mu burada? İnsan bu kadar paraya sahip olmak ister, istemez mi? Hele de böyle para manyağıysa. Sonuçta kulübe giriş şartı hem cesur hem de küstah olmak değil miydi?
-         Anlamamakta inat ediyorsun. Bu insanlar para harcamaya aşık değil ki. Onları paranın varlığı mutlu ediyor. Bizim için buradaki insanların ayakkabılarının, saatlerinin markası, ne kadar temiz ve şık oldukları, yani paraya ne kadar sahip oldukları ve bunu nasıl gösterdikleri hiç önemli değil. Asıl mesele para için ne yapabilecekleri, nelerden vazgeçebilecekleri... Hem çalsalar da bir sonraki gün getirip oraya koyuyorlar, çalmalarının sebebi evlerinde de paraya sahip olmak, göz yumuyoruz onların bu masumane davranışlarına. Yok, geri getirmemek üzere çalıyorlarsa da onlara saygı duyuyoruz, şahsen ben böyle bir şeyi göze alamazdım. Çalıp da harcayacak olanlar bellidir; içeri giremezler onlar.
En azından ben aslında paraya hiç değer vermiyorum diyen ikiyüzlü cimrilerden değiller, diye düşünmeden edemedim; ama hiçbir şey bu adamların zırdeli olduğu gerçeğini değiştiremez. Önce işimi bırakıp daha düşük bir maaşlı işe geçtim, nasıl olsa fazla sadık olduğumdan bir terfi alamayacakmışım. Sonra da daha küçük bir eve taşındık, daha ucuz şeyler giyinmeye başladım, daha ucuz ama daha anlamlı hediyeler aldım sevdiklerime, para bu dünyada tapacağım bir şey değildi, sadece bir araçtı, amaç olamazdı da... Bir daha ne o evin ne de garajının önünden geçtim, eski patronum da dahil olmak üzere o adamların hiçbirini görmemiş olmayı diledim. Etrafımda cüzdanı gittikçe kalınlaşan, garip hareket eden insanlar çoğalıyor ve ben sadece bu insanların birer “mürit” olamayacağını düşünüyor, bu akıma kendimi kaptırmamak için durmaksızın dua ediyorum.

0 ses çıkmış:

 

Term Life Insurance Quote