28 Nisan 2010 Çarşamba

Siyah - 1 (Öykü)

Siyah isimli öykü, tefrika halinde yayınlanacaktır.

Tam karşımda oturuyordu. Gözünde siyah, kalın çerçeveli gözlükleri; bir elinde siyah bir eldiven vardı. Dikkatli bakınca gözlüğünün sağ tarafının daha yukarıda olduğunu fark ettim ve içgüdüsel bir tavırla kendi gözlüğümü düzelttim, tam o sırada kafasını kaldırdı işte ve göz göze geldik.

O andan itibaren kafamı masadan kaldırmamaya çalıştım fakat izlendiğimi bildiğim için olsa gerek sürekli ona bakma ihtiyacı hissediyordum ve başımı her kaldırdığımda o da bana bakıyor oluyordu. Karnım daha doymamış olsa da bu duruma daha fazla dayanamadım ve kantini terk ettim. Gün boyu rahatsızdım, sanki hep izleniyormuş gibi. Aslında bunu hissetmem de ilginçti, kim bilir belki de bu tür bir olay arıyordum kendime ve bu çocuk aradığım hikayeye çok uygundu.

Daha yeni başlamıştım topuklu ayakkabı giymeye, her ne kadar alışmış gibi görünmeye çalışsam da bu konuda tecrübesiz olduğumu sokaktan geçen herhangi bir insan bile anlayabilirdi. Dar ve uzun sokakta sadece ayakkabılarımın sesi vardı. Bir türlü bir düzene oturtamamıştım adımlarımı, öylesine düzensizdi ki sesler… Nihayet köşeyi dönüp caddeye ulaştığımda bir süre durdum ve nefesimin düzene girmesi için bekledim, kalbim öylesine hızlı atıyordu ki! Koştuğumdan ya da yorulduğumdan değil de daha çok korkudan sanırım, neyden korktuğumu bilmiyordum ama korkuyordum.

Bu olayın üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti. Unutmuştum onu. Zaten böyle şeyler bana sıkça olurdu. Ufak bir şeyi büyütür, kafamda senaryolar oluşturur, birkaç gün bu kurgunun etkisi altında yaşar, sonraysa her şeyi unuturdum.

İşte tam bir hafta sonra, bu kez okula gelirken ne beceriksizliğimden ne tecrübesizliğimden, sadece kaldırım taşları arasındaki boşluğun fazla olması sonucu sol ayağımdaki ayakkabımın topuğunu kırdım. Etrafıma baktım, dar ve ince sokağın boş olmasına hiç bu kadar sevinmemiştim. Çevreyi bir kez daha kontrol ettikten sonra kaldırım taşlarının arasına sıkışmış olan ayakkabı topuğunu bütün kuvvetimle çektim ve taşların arasına birikmiş çamur da yüzüme sıçradı. Oysa ne kadar özenmiştim o gün giyimime. Her gün gelmezdi bana o güzel giyinme şevki, ara sıra uğrardı. İşte yine yok olmuştu, bütün mutluluğum sabah sabah ancak bu kadar uzaklaşabilirdi. Elimde kırık topuk, yüzüm gözüm çamur içinde girdim o gün okula. Girdim ve onunla göz göze geldim. Dersin başlamasına vardı daha, bahçedeki banklardan birinin üzerine oturdum ve çantamda ıslak mendil aramaya koyuldum, onunla ilgilenecek durumda değildim. Daha sabahtan bu kadar olay yeterliydi. Bir anda bir ses duydum arkamda. “Günaydın. Ne garip değil mi; dün sabah yağmur vardı İstanbul’da, bugünse ne kadar güneşli hava, dünden eser yok.” Cevap veremedim, söyleyecek bir şey bulamadım, kafamı “evet” anlamında sallamakla yetindim. Sanırım bu durum onu daha memnun etti, konuşmaya devam etti: “Ne garip dün o kadar yağmur vardı oysa sen kupkuruydun, bugünse hava güneşli ama sen…”. Durdu, belki de gözlerimdeki korkuyu gördüğü için. Ve evet, sanırım korkuyordum, artık korkmak için bir sebep bulmuştum çünkü kendime. İzleniyordum! Tam bir haftadır beni izliyordu!

Bir süre sustuk, ben tekrar yüzümdeki çamur izlerine yoğunlaştım. Bu kez kafamı kaldırmamakta ısrarcıydım. Büyük bir hırsla yüzümdeki lekeleri yok etmeye çalışıyordum oysa tek düşündüğüm son bir haftada nerelerde izlenmiş olabileceğimdi. Korkmasına korkuyordum da içimde nedenini bilmediğim bir heyecan da vardı. Yaşlı bir adamın çatısının akmasına sevinmesi gibi bir şeydi bu. Her ne kadar söylense, şikayet etse de hayatına bir renk geldiği için kendine bile itiraf edemediği bir mutluluk gibi…

İşte yıllardır sağlam olan çatımdan içten içe beklediğim ilk damla sert bir şekilde çarptı zemine, şimdi başımı kaldırmış yeni bir damla bekliyordum. Ve yeni bir damlanın girmesi için evime yağmurun yağması gerekiyordu…

Konuştu, konuştu, konuştu… Tıpkı topuklu ayakkabımın yere vurdukça çıkardığı sesler gibi düzensizdi konuşması. Bir hızlanıyordu bir yavaşlıyordu; bir heyecanlanıyordu bir duruluyordu. Konudan konuya atladı tam on beş dakika boyunca. Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecek oluyordum ki dinlemiyordu beni. Sanki duymuyor gibiydi, sadece konuşmak istiyordu, epeydir biriktirdiği şeyleri anlatıyordu belki de. Etrafıma baktım, kendimi güvende hissetmek istiyordum. Neyse ki bahçede bizden başka insanlar da vardı. Benim etrafa baktığımı görünce o da baktı ve birden konuşmasını yarıda kesip “Ben, ben sanırım şimdi gitmeliyim. Bir dahaki sefer sıkıldığında etraftan medet ummak yerine bana söyleyebilirsin. Yani, demek istediğim… Her neyse gitmem lazım değil mi?”

Cevap veremedim, yine dinlemedi beni. Arkasına bakmadan uzaklaştı, onunla görünmekten utandığımı düşünmüştü ya da onunla konuşmaktan sıkıldığımı. Yanlış anlaşılmaktan ve kendimi savunamamaktan oldum olası nefret etmişimdir. Gün boyunca onun kendini ne kadar aşağılanmış hissettiğini, ne kadar üzüldüğünü düşündüm ve içimdeki suçluluk duygusu gittikçe daha da rahatsız etmeye başladı beni.

10 gün kadar daha görmedim onu. Bu kez görmek istiyordum üstelik. Sırf benimle konuşabilmek için günler boyu beni takip eden bir kişi ve belki de tek kişi… Ve şimdi o kişi benim ondan utandığımı, konuşmak istemediğimi düşünüyordu. Haklı mıydı? Hayır, onunla yan yana olmak hiç rahatsız etmemişti beni. Daha doğrusu o yönden hiç düşünmemiştim, çevrenin vereceği tepkiyle fazla ilgilenmemiştim. Sadece onun ani çıkışları, garip tavırları, birden derinliğe gömülmesi ürkütmüştü beni ve bir hafta boyunca beni izlediğini öğrenince korkmuştum. Eğer, eğer bana bir şey yapmaya kalkarsa diye bakınmıştım çevreme. Yine abarttığımı fark ettim, belki de sadece o sabah ve ondan önceki sabah görmüştü beni. Tabii canım nereden de çıkarmıştım bu takip olayını! “Olayları abartmakta üstüme yok.” deyip kapattım olayı.

Sonra onu yine gördüm tam okuldan çıkarken. Önce mutlu oldum, tam yanına gidiyordum ki duraksadım. Ne diyecektim ki ona? Nasıl başlayacaktım söze? Söyleyecek bir şeyim yoktu belki ama bu son fırsatımdı onunla konuşmak için. Yanına gittim, ya beni görmedi ya da görmemezlikten geldi. Bir süre hiçbir şey söylemeden yanında yürüdüm, bana bakmasını bekledim. Yüzünde acı çeken bir ifadeyle kafasını bir an olsun kaldırmadı. Sonunda dayanamadım “Merhaba, nasılsın ?” Başını kaldırdı o an ve baktı bana siyah çerçeveli gözlüklerinin arkasından. O an öylesine ürperdim ki, öylesine bir bakış değildi bu. İçinde sitemi, öfkeyi ve sanırım aşkı da barındıran bir bakış… Gözleri gözlerimle buluştuğu o an çıplak gibi hissettim kendimi. Çıplak, savunmasız, çaresiz… Yapacağım hiçbir şey kalmamıştı sanki o an; geçmişte yaşadığım tüm olayları, zaaflarımı, korkularımı, geleceğe dair hayallerimi, planlarımı, kendime bile itiraf edemediğim isteklerimi ve en önemlisi o anki hislerimi, neden orada olduğumu, o an ne düşündüğümü, her şeyi ama her şeyi öğrenmişti sanki o bir saniyelik zaman diliminde. Ağzının kenarında beliren o küstah çizgi de bunu göstermiyor muydu zaten? Uzaklaşmak istedim tam o anda, varsın ondan utandığımı düşünsündü en azından bu delici bakışlara maruz kalmazdım bir daha. Yapamadım. Salakça konuşmaya başladım, sanki ben değil de başka biri konuşuyordu. Konuşmayı dışarıdan izleyen herhangi bir insandım sanki.

“Ben şey yani beni … Sen beni yanlış anladın sanırım. Bence… Yani ben… Öyle düşünmedim… Sen… aslında…” Sustum, yüzündeki hain gülümseme, beni ezen bakışları… Hepsi üstüme üstüme geliyordu ama verdiğim cevapta bunların hiçbirinin etkisi yoktu bence. O gözlere daha yakın olmak, onu gerçekten tanıyıp anlamaya çalışma isteği… Aşk mı? Hayır, o henüz yoktu. Sadece merak… “Yarın bir yerde oturup konuşsak? Sana uygun mu?”

Sevgi, nefret, mutluluk, üzüntü, sıkıntı, aşk, öfke… Hiçbiri ama hiçbiri yoktu gözlerinde ve şimdi bile anlamıyorum neydi o bakışlarındaki? Sadece yumuşadığını hatırlıyorum ifadesinin ama ne hissettiğini hala anlamış değilim. Tek bildiğim bakışlarının bir saniye öncesindeki gibi delici ve hain olmadığı. “Tabi, bakarız.” Titrek bir sesle söyledi bunu, sanki az sonra ağlayacakmış gibi. “Peki, o zaman yarın görüşürüz.” deyip hızla uzaklaştım yanından.

Uzun bir süre yürüdüm. Nerede bulunduğum, nereye yürüyor olduğuma dikkat etmeden öylece yürüdüm. Şiddetli bir depremden çıkmıştım sanki ama rahatlayamıyordum, tedirgindim çünkü yarın çok daha şiddetlisi bekliyordu beni ve tüm suç bendeydi, temellerim sağlam değildi bir kere…

0 ses çıkmış:

 

Term Life Insurance Quote